bugün
- mental bozuluğu olan yazarlar sıralı tam liste11
- ideal kadın vücudu anketi14
- osideusu kıskanan yazarlar9
- yazarların 2010lu yıllarda en sevdiği 3 yıl18
- karabük9
- ideal erkek fiziği anketi28
- imamoğlu'nun kirli rant ağı deşifre oldu9
- hazreti meryem olduğunu iddia eden kadın24
- iftara davet edilecek sözlük yazarları8
- hollanda da ineğe hallenen gurbetçi12
- manyak olmaya karar verdim19
- 26 mart 2024 cübbeli ahmet'in kalp krizi geçirmesi20
- andromeda galaksisinde 100 yaşında sevgilim var12
- akp'ye oy vermeyen emekli şerefsizdir20
- rockefeller ailesi vs rothschild ailesi12
- anın görüntüsü13
- pazarda yerden sebze toplayan emekli15
- tuborg10
- pompanın en cok döndüğü 5 üniversite8
- sahurdayız uludağ sözlük15
- her sabah güler yüzle uyanan insan16
- icardi190528
- ehliyetini yeni almış kadın15
- kafanın içindeki sürekli konuşan ses16
- tedavisi bulunamayan hastalıklar24
- emekliler ek iş yapsınlar diyen mhp'li vekil22
- dondurmalı irmik helvası9
- belediye başkan adayıyla tokalaşmak10
- tarafıma az önce gelen moral bozucu mesaj8
- evlenirseniz çocuk yapar mısınız10
- çin medeniyetin yeni kıblesidir14
- güzel bir kıza iltifat etmek17
- oyumuzu neye göre veriyoruz14
- taliban dış işleri bakanlığı ofisi fotoğrafı11
- murat kurum19
- hayatınıza tekrar giren eski sevgili12
- zenci bir kız evinize gelse naparsınız19
- fenerbahçeye verilen hissiyatımsı penaltı15
- karabük üniversitesi15
- en ilginç kadın isimleri20
- polat kalafat10
- bu sözlükte moderatör yok mu9
- 45 yaşındaki eskortla randevulasmak26
- türkiye de lise öğrencilerinin durumu17
- kaç kişiyle yattığını bilen kadınlar8
- zor günlerden geçenlerin bildiği en iyi şey16
- yazarların parfüm tercihleri13
- sigaradan komisyon isteyen bakkal9
- seküler dindar evliliği15
- rusların teröriste kendi kulağını yedirmesi16
entry'ler (108)
Çarpıtılan ve gizlenen tarih
1821’de başlayan Yunan isyanının mimarı, Rum Patrik Gregoryus, Rus Çarı Alexandr’a yazdığı tarihî mektubunda şu izahata yer veriyordu:
“Osmanlıları maddî yönden ezmek ve yıkmak imkânsızdır. Çünkü Osmanlılar Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli (dayanıklı) insanlardır. izzet-i îman sahibi olduklarından dolayı gayet vakarlıdırlar.
Bu hasletleri (ahlâkları) şu hususiyetlerden kaynaklanmaktadır:
1) Dinleri olan islâmiyete samimî olarak bağlı olmaları.
2) An’anelerinin (geleneklerinin) köklü, sağlam ve kuvvetli oluşu.
3) Kadere rıza ve büyük ölçüde teslimiyet göstermeleri.
4) Padişahlarına, devlet adamlarına, kumandanlarına ve büyüklerine karşı son derece saygılı ve itaatli oluşları.
5) Zeki, çalışkan ve gayet kanaatkâr oluşları.
“Onların bütün bu meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da dinlerine ve geleneklerine bağlılıktan kaynaklanmaktadır.”
Patrik Gregoryüs, adı geçen Rus çarına şu tavsiyelerde bulunur:
“Yapılacak iş, onlara hissettirmeden bünyelerini tahrip etmek gerekmektedir. Meselâ, evvelâ dîni duygularını zayıflatmak ve mânevî bağları parçalamak dolayısıyla onlardaki itaat duygusunu zayıflatmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, millî an’anelerine (geleneklerine) ve maneviyatlarına (inançlarına) uymayan fikir ve hareketleri aşılamaktır.”
Gizli emellerin tatbikatı
Batılılar Lozan Antlaşmasıyla (1923) bu fırsatı yakaladılar! Kendi maşa ve piyonlarıyla Müslümanların dinine, itikadına, kılık-kıyafetine, düşünce ve an’anesine varıncaya kadar el atıp genlerini bozmaya çalışmışlar, hâlâ da çalışmaktadırlar!
Bunun bir çok misallerinden biri; 1950’li yıllarda neşredilen Büyük Doğu mecmuasının yirmi dokuzuncu sayısında “Lozan’ın içyüzü” başlıklı makaleden:
“(….) Türk Murahhas (Temsil) Heyeti Başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlamayan ismet Paşa, bir aralık, bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mâzisindeki ruh ve mukeddesâtı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz (taviz) ve teminatı veriyor ve diyor ki; ‘Eskiden beri kökleşmiş ve köhne (eski) engellerden, yani an’ane-i islâmiyet’ten (islâmî gelenekten) kurtulmak’ hususunda besledikleri –yani ismet’in beslediği– azmin, inkâr edilmez delilidir.
“(….) Artık her şey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dîni terk ile her şey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve ismet hükümeti) bundan böyle hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası (etiketi) altında çalışacağı şüpheden vârestadır (şüphe götürmez).“ (….) bunun üzerine her şey apaçık anlaşılıyor, değil mi?”1
ibret alınacak bir hatıra
1933 yılında Hitlerden kaçarak Türkiye’ye sığınan Alman asıllı Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), istanbul Üniversitesi iktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler vermiştir.
Bir gün, talebelerinden biri Fritz’e şöyle bir soru sorar:
“Hocam, Avrupalılar Türkleri neden sevmezler?”
Fritz, şu enteresan tesbitleriyle cevap verir:
“Çok samimî olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir! Asırlardır kilisenin Türk ve islâm düşmanlığı, Hıristiyanlar’ın hücrelerine işlemiştir! Sebeplerine gelince;
1- Müslüman olduğunuz için. Hatta, laik olmanız şöyle dursun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler!
2- Sizler farkında değilsiniz, ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar; ‘Tarihten Türk çıkarılırsa, ortada tarih kalmaz! Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bu günkü tarihlerin yeniden yazılması lâzım!
3- Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
4- En az 400 sene Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz!
5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa’yı ve Balkanları Haçlı ordularına mezar yaptılar!
6- Sizi silâh ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce giyiminizden hayat tarzınıza kadar ahlâkî değerlerinizi yıpratmaya başladılar. Sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladılar! (En büyük fitne!.)
7- Selçuklular ve Osmanlılar islâmiyet uğruna her şeylerini feda etmeseydiler, islâmiyet belki de bugün sadece Hicaz’da varlığını devam ettirecekti! Kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da ingiliz Müstemlekât Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı her yerde islâmiyeti sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlılılar ‘Asr-ı Saadet’i devam ettirdiler!
8- Bu sebeplerden ötürü, kilise size kan kusmaktadır!
9- Ben Türkiye’ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı. Osmanlı Devrinde ise her yerde bir medrese vardı! Tarihinize bakın, her medresede ilim tedrisatı vardı! ilk denizaltı gemisini Osmanlıların yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuz belki, ama Avrupalı bunu biliyor!
10- Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz zaman, Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır!”2
Hülâsa: Bu canlı misallerden uyanarak, “Medar-ı iftihar mazimizi” ne zaman öğrenip, yeni nesile öğreteceğiz?!..
Dipnotlar: 1- Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 277 vd., 2- Raşid Erer, Türklere Karşı Haçlı Seferleri, Tarih-Hatıra-inceleme Dizisi, Bilgi Yayınevi, 1947 ve 1993.
1821’de başlayan Yunan isyanının mimarı, Rum Patrik Gregoryus, Rus Çarı Alexandr’a yazdığı tarihî mektubunda şu izahata yer veriyordu:
“Osmanlıları maddî yönden ezmek ve yıkmak imkânsızdır. Çünkü Osmanlılar Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli (dayanıklı) insanlardır. izzet-i îman sahibi olduklarından dolayı gayet vakarlıdırlar.
Bu hasletleri (ahlâkları) şu hususiyetlerden kaynaklanmaktadır:
1) Dinleri olan islâmiyete samimî olarak bağlı olmaları.
2) An’anelerinin (geleneklerinin) köklü, sağlam ve kuvvetli oluşu.
3) Kadere rıza ve büyük ölçüde teslimiyet göstermeleri.
4) Padişahlarına, devlet adamlarına, kumandanlarına ve büyüklerine karşı son derece saygılı ve itaatli oluşları.
5) Zeki, çalışkan ve gayet kanaatkâr oluşları.
“Onların bütün bu meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da dinlerine ve geleneklerine bağlılıktan kaynaklanmaktadır.”
Patrik Gregoryüs, adı geçen Rus çarına şu tavsiyelerde bulunur:
“Yapılacak iş, onlara hissettirmeden bünyelerini tahrip etmek gerekmektedir. Meselâ, evvelâ dîni duygularını zayıflatmak ve mânevî bağları parçalamak dolayısıyla onlardaki itaat duygusunu zayıflatmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, millî an’anelerine (geleneklerine) ve maneviyatlarına (inançlarına) uymayan fikir ve hareketleri aşılamaktır.”
Gizli emellerin tatbikatı
Batılılar Lozan Antlaşmasıyla (1923) bu fırsatı yakaladılar! Kendi maşa ve piyonlarıyla Müslümanların dinine, itikadına, kılık-kıyafetine, düşünce ve an’anesine varıncaya kadar el atıp genlerini bozmaya çalışmışlar, hâlâ da çalışmaktadırlar!
Bunun bir çok misallerinden biri; 1950’li yıllarda neşredilen Büyük Doğu mecmuasının yirmi dokuzuncu sayısında “Lozan’ın içyüzü” başlıklı makaleden:
“(….) Türk Murahhas (Temsil) Heyeti Başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlamayan ismet Paşa, bir aralık, bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mâzisindeki ruh ve mukeddesâtı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz (taviz) ve teminatı veriyor ve diyor ki; ‘Eskiden beri kökleşmiş ve köhne (eski) engellerden, yani an’ane-i islâmiyet’ten (islâmî gelenekten) kurtulmak’ hususunda besledikleri –yani ismet’in beslediği– azmin, inkâr edilmez delilidir.
“(….) Artık her şey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dîni terk ile her şey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve ismet hükümeti) bundan böyle hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası (etiketi) altında çalışacağı şüpheden vârestadır (şüphe götürmez).“ (….) bunun üzerine her şey apaçık anlaşılıyor, değil mi?”1
ibret alınacak bir hatıra
1933 yılında Hitlerden kaçarak Türkiye’ye sığınan Alman asıllı Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), istanbul Üniversitesi iktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler vermiştir.
Bir gün, talebelerinden biri Fritz’e şöyle bir soru sorar:
“Hocam, Avrupalılar Türkleri neden sevmezler?”
Fritz, şu enteresan tesbitleriyle cevap verir:
“Çok samimî olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir! Asırlardır kilisenin Türk ve islâm düşmanlığı, Hıristiyanlar’ın hücrelerine işlemiştir! Sebeplerine gelince;
1- Müslüman olduğunuz için. Hatta, laik olmanız şöyle dursun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler!
2- Sizler farkında değilsiniz, ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar; ‘Tarihten Türk çıkarılırsa, ortada tarih kalmaz! Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bu günkü tarihlerin yeniden yazılması lâzım!
3- Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
4- En az 400 sene Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz!
5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa’yı ve Balkanları Haçlı ordularına mezar yaptılar!
6- Sizi silâh ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce giyiminizden hayat tarzınıza kadar ahlâkî değerlerinizi yıpratmaya başladılar. Sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladılar! (En büyük fitne!.)
7- Selçuklular ve Osmanlılar islâmiyet uğruna her şeylerini feda etmeseydiler, islâmiyet belki de bugün sadece Hicaz’da varlığını devam ettirecekti! Kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da ingiliz Müstemlekât Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı her yerde islâmiyeti sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlılılar ‘Asr-ı Saadet’i devam ettirdiler!
8- Bu sebeplerden ötürü, kilise size kan kusmaktadır!
9- Ben Türkiye’ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı. Osmanlı Devrinde ise her yerde bir medrese vardı! Tarihinize bakın, her medresede ilim tedrisatı vardı! ilk denizaltı gemisini Osmanlıların yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuz belki, ama Avrupalı bunu biliyor!
10- Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz zaman, Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır!”2
Hülâsa: Bu canlı misallerden uyanarak, “Medar-ı iftihar mazimizi” ne zaman öğrenip, yeni nesile öğreteceğiz?!..
Dipnotlar: 1- Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 277 vd., 2- Raşid Erer, Türklere Karşı Haçlı Seferleri, Tarih-Hatıra-inceleme Dizisi, Bilgi Yayınevi, 1947 ve 1993.
Okumayarak. Ama sadece o kesim değil türk toplumunun tümü. Eskiden bi nurcular birde kemalistler çok okurdu. Şimdi onlar da okumuyor.
Cenâb-ı Hak bile kendi zatına inanma noktasında insanı şahane serbest bıraktığına göre kimse kimseyi sevmek mecburiyetinde değildir. Nitekim ırk bağnazlığıda söz konusu yapılamaz. Dar düşünceler, dar görüşler!
israfil(as)'ın kıyamet kopması ve yeniden dirilişin başlaması esnalarında su'ra üflemesine denir. Nefh-i Su'run vaktini Allah'tan başka kimse bilemez.
AKP iktidarının 4 yıl önce başlattığı TEOG sınavının Cumhurbaşkanının bir sözüyle bitirilmesinin getirisi.
Sabah namazının huzurunda uyanmaktır.
modern çağın en büyük hastalığı iman zayıflığı. insanın ebediyen simsiyah ateşlerde yanmasına sebep olacak bu hastalığın ilacı ise ancak kur'ân eczanesinde.
Çayın tadına varmak isteyen insandır. Bu tip insanlar en iyiyi ister. Mevcut durumdan hoşnut olmaz. işin en derininde olmayı sever.
yeri geldikçe kullanageldiğimiz “allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” deyişindeki anlama tam denk dü- şen hukuk, ahlâk ve insanlık dışı hal ve tavırların “pik” yaptığı bir süreçteyiz.
aile ve yakınlarıyla birlikte milyonlara ulaşan bir kitlenin haksız ve keyfî gerekçelerle maruz bırakıldığı mağduriyetler inanılmaz bir duyarsızlıkla geçiştiriliyor.
ı̇ktidar bloku ve dalkavukları, ülkede hiç böyle bir sorun yokmuş havasında.
dahası, darbeyle de, terörle de hiçbir alâkaları olmadığı halde gözaltına alınıp tutuklanan veya ihraç edilen insanlara bir de “hain, terörist” damgası vuruluyor.
hatta bunlarla da yetinilmeyip, doğum- hanede gözaltına alınan yeni anneleri “kumpas doğurmak”la suçlayan iğrenç ve alçakça manşetler dahi atılabiliyor.
masumiyet karinesini de, suç ve ceza- nın şahsîliği prensibini de, savunma, âdil yargılanma ve lekelenmeme haklarını da, insanlık onurunu da “iplemeyen” insanlık dışı “linç” kampanyalarıyla tüyler ürpertici hukuk cinayetlerine imza atılıyor.
“ı̇nsan” olanın asla yapmayacağı şeyler bunlar. ama ne yazık ki 2017 türkiye’sinde, “dindar” siyasetçilerin iktidarında olup bitenler herkesin gözü önünde.
bunların gerek icracıları, gerek destek- çileri, gerek kol kanat gericileri, gerekse örtbas edicileri, hem kuldan utanmıyor, hem allah korkusundan nasipleri yok.
olsa bunların hiçbiri yaşanmaz.
peki, türkiye bu utanç verici tabloyu da- ha zamana kadar taşıyıp sürdürecek? bu halin ilânihaye devamı mümkün mü?
eğer hukuk, adalet ve vicdan tamamen ölmediyseki biz öyle olduğuna inanıyor ve inanmak istiyoruz bu durum daha fazla devam edemez. ı̇llâ ki kollektif vicdan ve hukuk bilinci bir yerden sonra harekete geçer ve gereğini yapar.
burada önemli olan, doğru tarafta, hak, hukuk, adalet, vicdan ve insanî değerlerden yana bir duruş içinde olabilmek, kararlılığını asla gevşetmeyen bir sabırla, müsbet hareket prensibiyle ve hukuk zemininde mücadeleyi sürdürebilmek.
“allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” zihniyete boyun eğmeden ve teslim olmadan hukuk ve adalet için çabalamayı sürdürmek.(kâzım güleçyüz)
aile ve yakınlarıyla birlikte milyonlara ulaşan bir kitlenin haksız ve keyfî gerekçelerle maruz bırakıldığı mağduriyetler inanılmaz bir duyarsızlıkla geçiştiriliyor.
ı̇ktidar bloku ve dalkavukları, ülkede hiç böyle bir sorun yokmuş havasında.
dahası, darbeyle de, terörle de hiçbir alâkaları olmadığı halde gözaltına alınıp tutuklanan veya ihraç edilen insanlara bir de “hain, terörist” damgası vuruluyor.
hatta bunlarla da yetinilmeyip, doğum- hanede gözaltına alınan yeni anneleri “kumpas doğurmak”la suçlayan iğrenç ve alçakça manşetler dahi atılabiliyor.
masumiyet karinesini de, suç ve ceza- nın şahsîliği prensibini de, savunma, âdil yargılanma ve lekelenmeme haklarını da, insanlık onurunu da “iplemeyen” insanlık dışı “linç” kampanyalarıyla tüyler ürpertici hukuk cinayetlerine imza atılıyor.
“ı̇nsan” olanın asla yapmayacağı şeyler bunlar. ama ne yazık ki 2017 türkiye’sinde, “dindar” siyasetçilerin iktidarında olup bitenler herkesin gözü önünde.
bunların gerek icracıları, gerek destek- çileri, gerek kol kanat gericileri, gerekse örtbas edicileri, hem kuldan utanmıyor, hem allah korkusundan nasipleri yok.
olsa bunların hiçbiri yaşanmaz.
peki, türkiye bu utanç verici tabloyu da- ha zamana kadar taşıyıp sürdürecek? bu halin ilânihaye devamı mümkün mü?
eğer hukuk, adalet ve vicdan tamamen ölmediyseki biz öyle olduğuna inanıyor ve inanmak istiyoruz bu durum daha fazla devam edemez. ı̇llâ ki kollektif vicdan ve hukuk bilinci bir yerden sonra harekete geçer ve gereğini yapar.
burada önemli olan, doğru tarafta, hak, hukuk, adalet, vicdan ve insanî değerlerden yana bir duruş içinde olabilmek, kararlılığını asla gevşetmeyen bir sabırla, müsbet hareket prensibiyle ve hukuk zemininde mücadeleyi sürdürebilmek.
“allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” zihniyete boyun eğmeden ve teslim olmadan hukuk ve adalet için çabalamayı sürdürmek.(kâzım güleçyüz)
“Şeyh Edebali‘gönül almayı, hoşgörü- yü, dostluğu ve babacanlığı’ tavsiye eder- ken, birileri de ‘Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;/ Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!’ diyor ve düşmanlıktan beslenmeyi tavsiye ediyor. Ve maalesef bugün Şeyh Edebali’nin tavsiyeleri yerine N. Fâzıl’ın tavsiyelerine uyularak siyaset yapılıyor! Dost kazanmak varken düşmanlıklardan medet umuluyor...” (Abdil Yıldırım)
insanlığın geçirdiği bu manevi buhranda en gerekli hizmettir. Dine hizmet, imana hizmet, insanlığa hizmettir.
iman hizmeti insanlığın ebedi hayatlarını idam sehpasından alıp ferahlığa kavuşmasını sağlamaktır. Bu hizmette dost ve düşman farketmez. Her gönül imana muhtaçtır. Çünkü iman insanı insan eder. Belki insanı sultan eder.(Bediüzzaman) iman hizmeti şu ifadede saklı: Eğer, Risâle-i Nur’u tenkit fikriyle tetkik eden adliye memurları îmanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni îdam ile mahkûm etseler, şâhit olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünkü, biz hizmetkârız; Risâle-i Nur’un vazifesi, îmânı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek, hizmet-i îmâniyeyi, hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmaya mükellefiz”
iman hizmeti insanlığın ebedi hayatlarını idam sehpasından alıp ferahlığa kavuşmasını sağlamaktır. Bu hizmette dost ve düşman farketmez. Her gönül imana muhtaçtır. Çünkü iman insanı insan eder. Belki insanı sultan eder.(Bediüzzaman) iman hizmeti şu ifadede saklı: Eğer, Risâle-i Nur’u tenkit fikriyle tetkik eden adliye memurları îmanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni îdam ile mahkûm etseler, şâhit olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünkü, biz hizmetkârız; Risâle-i Nur’un vazifesi, îmânı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek, hizmet-i îmâniyeyi, hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmaya mükellefiz”
Şu sıralar sınır kapılarında yoğun bir şekilde yaşanan ve insanı insanlıktan çıkarabilen çile.
El emeği benim tercihimken, fabrikasyon cebimin tercihidir.
Allah hakkında, Allah'ın bildirdiği isimleri söylemek caiz olup onun dışındakileri söylemek yasaktır. Meselâ: Kur'ân'da Allah'a âlim denir fakat aynı mânâda olan fakih denmez. Yine Allah'a cömert mânâsında cevat denir. Ancak aynı mânâda olan sahî ismi denmez. Çünkü Allah kendini fakih ve sahî isimleriyle tanıtmamıştır. Tanrı adı Allah ismiyle aynı mânâya da gelse(ki aynı manada değildir) söylenmesi caiz değildir, yani yasaktır. Kimse kendisine göre yorum yapmamalı. Ne söyleyecekse "rehberimiz" olan Kur'an'a göre söylemelidir.
allah'ı o'nun bildirdiği isimler dışındaki adlarla anmak caiz değildir. yüce kitabımız kur'an'da 2806 defa allah geçip tanrı hiç geçmemektedir. hem cenâb-ı hak kur'an'ın muhtelif yerlerinde beni allah diyerek çağırınız, bana allah diyerek ibadet ediniz buyurup, tanrı ismiyle zikretmemizi istememektedir. kaldı ki allah'ın en sevdiği zat(asm)'ın söylediği hadislerde de tanrı ismi geçmemektedir.
örneğin; bir padişah emri altında bulunan kimselere benim adım osman'dır. beni osman ismiyle çağırıp benden osman ismiyle istekte bulunun dese onlarda hayır efendimiz biz sizi cabbar ismiyle zikredeceğiz deseler o padişahın gazabına uğracakları gibi allah'a o'nun istemediği isimle ananlarda allah'ın gazabına uğrayabilirler.
kimse dilemediği bir isimle anılmak istemez. allah'ta böyledir. kaldı ki hiçbir dilde allah'ın tam olarak karşılığı yoktur. dolayısıyla çevirilerde aynı şekilde yazılır.
tanrı: ilah, rab ve mabud(put)demektir. Firavun ben sizin rabbınızım diyebilmiştir. Fakat ben sizin "Allahınızım" diyememiştir. Topluluklar taptıkları şeye tanrı der. hindistan'da ve bir çok putlara tapılan ülkelerde bu böyledir. Onlardan farkımız olması gerekir. Biz Allah demeliyiz.
allah hakkında, allah'ın bildirdiği isimleri söylemek caiz olup onun dışındakileri söylemek yasaktır. meselâ: kur'ân'da allah'a âlim denir fakat aynı mânâda olan fakih denmez. yine allah'a cömert mânâsında cevat denir. ancak aynı mânâda olan sahî ismi denmez. çünkü allah kendini fakih ve sahî isimleriyle tanıtmamıştır. tanrı adı allah ismiyle aynı mânâya da gelse(ki aynı manada değildir) söylenmesi caiz değildir, yani yasaktır. kimse kendisine göre yorum yapmamalı. ne söyleyecekse rehberimiz olan kur'an'a göre söylemelidir.
bir insana bile kendi dilediğimiz gibi ad koyamazken, nasıl olur da allah hakkında bu cüreti gösterebiliriz.
imam-ı gazali.
örneğin; bir padişah emri altında bulunan kimselere benim adım osman'dır. beni osman ismiyle çağırıp benden osman ismiyle istekte bulunun dese onlarda hayır efendimiz biz sizi cabbar ismiyle zikredeceğiz deseler o padişahın gazabına uğracakları gibi allah'a o'nun istemediği isimle ananlarda allah'ın gazabına uğrayabilirler.
kimse dilemediği bir isimle anılmak istemez. allah'ta böyledir. kaldı ki hiçbir dilde allah'ın tam olarak karşılığı yoktur. dolayısıyla çevirilerde aynı şekilde yazılır.
tanrı: ilah, rab ve mabud(put)demektir. Firavun ben sizin rabbınızım diyebilmiştir. Fakat ben sizin "Allahınızım" diyememiştir. Topluluklar taptıkları şeye tanrı der. hindistan'da ve bir çok putlara tapılan ülkelerde bu böyledir. Onlardan farkımız olması gerekir. Biz Allah demeliyiz.
allah hakkında, allah'ın bildirdiği isimleri söylemek caiz olup onun dışındakileri söylemek yasaktır. meselâ: kur'ân'da allah'a âlim denir fakat aynı mânâda olan fakih denmez. yine allah'a cömert mânâsında cevat denir. ancak aynı mânâda olan sahî ismi denmez. çünkü allah kendini fakih ve sahî isimleriyle tanıtmamıştır. tanrı adı allah ismiyle aynı mânâya da gelse(ki aynı manada değildir) söylenmesi caiz değildir, yani yasaktır. kimse kendisine göre yorum yapmamalı. ne söyleyecekse rehberimiz olan kur'an'a göre söylemelidir.
bir insana bile kendi dilediğimiz gibi ad koyamazken, nasıl olur da allah hakkında bu cüreti gösterebiliriz.
imam-ı gazali.
Allah'ı O'nun bildirdiği isimler dışındaki adlarla anmak caiz değildir. Yüce kitabımız Kur'an'da 2806 defa "Allah" geçip "tanrı" hiç geçmemektedir. Hem Cenâb-ı Hak Kur'an'ın muhtelif yerlerinde beni Allah diyerek çağırınız, bana Allah diyerek ibadet ediniz buyurup, tanrı ismiyle zikretmemizi istememektedir. Kaldı ki Allah'ın en sevdiği zat(asm)'ın söylediği hadislerde de tanrı ismi geçmemektedir.
Örneğin; bir padişah emri altında bulunan kimselere benim adım Osman'dır. Beni Osman ismiyle çağırığ benden Osman ismiyle istekte bulunun dese onlarda hayır efendimiz biz sizi Cabbar ismiyle zikredeceğiz deseler o padişahın gazabına uğracakları gibi Allah'a O'nun istemediği isimle ananlarda Allah'ın gazabına uğrayabilirler.
Örneğin; bir padişah emri altında bulunan kimselere benim adım Osman'dır. Beni Osman ismiyle çağırığ benden Osman ismiyle istekte bulunun dese onlarda hayır efendimiz biz sizi Cabbar ismiyle zikredeceğiz deseler o padişahın gazabına uğracakları gibi Allah'a O'nun istemediği isimle ananlarda Allah'ın gazabına uğrayabilirler.
Kimse dilemediği bir isimle anılmak istemez. Allah'ta böyledir. Kaldı ki hiçbir dilde Allah'ın tam olarak karşılığı yoktur. Dolayısıyla çevirilerde aynı şekilde yazılır.
Tanrı: ilah ve mabud(put) demektir. Topluluklar taptıkları şeye tanrı der. Hindistan'da ve bir çok putlara tapılan ülkelerde bu böyledir.
Tanrı: ilah ve mabud(put) demektir. Topluluklar taptıkları şeye tanrı der. Hindistan'da ve bir çok putlara tapılan ülkelerde bu böyledir.
Sözlükte gayri ahlaki uygulamaların artışını ve buna karşı yöneticilerin önlem almadığını gösterir.
yeni asya nur cemaati; gazetesi, dergi grubu, vakıf ve diğer birimleriyle iman ve kur'an hakikatlerini tüm muhtaç gönüllere ulaştırmak için aşk ve şevkle çalışan insan topluluğudur.
Bir açıdan bakarsak doğru bir sözdür. Fakat şunu da unutmamak lazım: Dertler; kişinin küçük günahlarına kefaret olarak gelir. Bu küçük mahkemenin sonucudur. Eğer kişinin büyük günahları var ve affedilmesi için birşey yapmıyorsa o kişi büyük mahkemede yargılanır. Yani ahirette.
Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.(Bediüzzaman)
Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.(Bediüzzaman)